EYS gibi bir konuyu magazine kurban ettik… EYS nedir diye sorulduğunda konu hakkında bilgisi olması gereken psikoloji profesyonellerinden tutun da hakimlerin, avukatların, savcıların, sosyal hizmet uzmanlarının bile –en azından bazılarının- soruya boş gözlerle bakma ihtimalinin hayli yüksek olduğu toplumumuzda EYS’nin kamuoyunda tartışılma fırsatını magazine kurban ederek ıskalayışımızın üzüntüsünü yaşıyor ve Torik.tv takipçileri için hazırladığım bu haftaki yazımı diğer haftaya bırakıp, konu tazeliğini yitirmeden önemli gördügüm bu konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Malumunuz geçtiğimiz ay, bir şarkıcı hanımefendinin, başka bir şarkıcı beyefendinin hanımı ile yaşadığı ilişkinin ‘tüm’ yönlerini gerek ulusal medyamızda gerek sosyal medyamızda fazlasıyla takip ettik. İlişkileri evli iken mi başlamıştı, boşanmadan sonra mı başlamıştı, ne boyuttaydı? Görüntüleri kim ve nasıl çekmişti? Böyle bir ilişki hakkında üçüncü şahıslara ne yapmak düşerdi? Özel hayatın gizliliği miydi? Bireylerin cinsel tercih ve dokunulmazlıkları mıydı? Bu görüntüleri mahkemeye sunmak doğru muydu? vs. vs… bu ve benzeri onlarca soru günlerce özellikle sabah ve magazin programlarında tartışıldı. Arada tek tük ve cılız bir biçimde ‘olan çocuğa oluyor’ cümleleri kuruldu / yazıldı / çizildi. Ama daha öteye gidilmedi! Evet olan çocuğu oluyordu da, ne oluyordu? Kimse bunun devamını getirmedi. (Ayrıca umuyor ve temenni ediyorum ki, getirilmiştir de benim haberim olmamıştır.)

Çocuk EYS’ye yani Ebeveyne Yabancılaşma Sendromuna maruz bırakılıyor olabilirdi örneğin! İşte asıl tartışılması gereken konu da bu olmalıydı. Aslında EYS’nin oluşmasını sağlayan durumlara toplum olarak çok da uzak değiliz. Perran Kutman Şener Şen ikilisinin oynadığı ve ‘Tükür oğlum babanın suratına’ repliğiyle zihinlerimize kazınan o filmi hatırlamayan yoktur. Ancak durum, yakından bakıldığında o filmdeki kadar ‘masum’ değil. Özellikle yurtdışında yaşanan vakalarda ebeveynlerden birinden diğerine yönelik çocuğa ‘taciz iddialarının’ da kullanıldığı geniş bir yelpaze mevcut. Ya da çok kısa aralıklarla gerek çevremizde gerek medyada, boşanmış aile çocuklarının diğer ebeveynle görüşme/görüştürülme noktasında yaşanan sıkıntılara sıkça rastlıyoruz. Bazen kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle gerçekleşen bu görüşmelerin arka planlarında neler yaşanıyor olabileceğini düşünmeyi de size bırakıyorum!

Görüldüğü gibi aslında yaşadığımız kültürde de sıkça rastladığımız bu durum üzerine, son 30 yılda hem de sadece psikoloji perspektifi ile değil, hukuki boyutu da ele alınarak ciddi çalışmalar yapılmış. Bu süre içinde farklı isimlendirmeler yapılmış olsa da son yıllarda Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu (Parantel Alienation Syndrome) olarak literatüre girmeyi başarmış bir kavram EYS. En genel ve kısa tanımını da; ‘çatışmalı evliliklerde, boşanma –özellikle- çekişmeli boşanma süreçlerinde veya sonrasında ebeveynlerden biri tarafından diğer ebeveyne yönelik iftira ve karalama kampanyası sonucu çocukta diğer ebeveyne karşı oluşan yabancılaşma ve bu yabancılaşmanın etkileri’ şeklinde yapabiliriz.
Kavramın isim babası Richard A. Gardner bakın durumu ne şekilde açıklıyor: “Öncelikle çocuk velayeti çekişmelerinde ortaya çıkan bir bozukluktur. Velayet sahibi olan veya olmak isteyen ebeveynin diğer ebeveyn aleyhine yaptığı karalama kampanyası ve beyin yıkamasına ek olarak çocuğun kendi yaptığı ilavelerden oluşan bir karışımdır. Büyük anlaşmazlıklarla oluşan boşanma ve velayet davalarının çok önemli bir sakıncası, çocuğun ebeveynlerinden birini hiç görmeme kararı vermesidir. Çocuk bir yetişkin olduğunda bu kararından büyük pişmanlık duyabilir. Ayrıca bir ebeveynin eksikliği ilerde tedavi gerektiren bir bunalıma yol açabilir”.

EYS’nin son 30 yıllık süreçte değerlendirildiğinden bahsettik ama tarihi onunla sınırlı değil. Hatta referansının mitolojik döneme kadar uzandığını söylemek mümkün. EYS hakkında sınırlı sayıdaki Türkçe yayınlardan birini kaleme alan Doç. Dr. Fuat Torun bu durumu şöyle özetliyor: “Tarihsel olarak bakıldığında EYS’nin köklerini mitolojide bulmak mümkündür. Mitolojide bu durum ‘Medea Kompleksi’ olarak da ifade edilmektedir. Yunan tragedyalarından Evripides’in yazdığı Medea Tragedyası’nda bahsedilen Medea’nın ruhsal durumuyla özdeşleşerek Medea Kompleksi olarak tanımlanan kadının kıskançlık ve adanmışlıkla intikam arzusundan köken alan bir hastalıktır. Kısaca aldatıldığını düşünen kadın eski kocasından intikam alabilmek amacıyla çocuklarını öldürerek ona gösterir. Buradaki öldürme eylemi modern dünyamızda sembolik bir anlam taşımaktadır ve ölümle eş durma, unutturma anlamındadır. Yani boşanmada art niyet sergileyerek, bir ebeveyn bilerek veya bilinçaltı bilmeyerek çocukları diğer ebeveyne karşı duygusal tacize maruz bırakır ve bir ebeveynden yabancılaşmasına neden olur”.

Şimdi biz de bu yabancılaşmanın etkilerine kısaca göz atalım. Çocuğun iç dünyasında birçok sıkıntıya sebep olan EYS, öncelikle çocuğun -ebeveynleri boşanmış bile olsa- anne, baba sevgisiyle büyümesini engeller. Kendini yetişkin beklentilerine göre davranmak zorunda hisseden çocuk özellikle kendi bakımını veren ebeveynden yana taraf olarak diğer ebeveyne karşı kötücül duygular besler. EYS’ye maruz kalan çocuk, yabancılaştırıcı ebeveynin ‘casusu’ olarak hizmet görmeye başlayabilir.
Tabii, bu arada çocuğun gerçekten istismar ve ihmal edilme durumlarını da EYS kapsamında değerlendirmek gibi bir yanlışa da düşmemek gerekir. Zira istismarcı ebeveyn tarafından karşı tarafın EYS uyguladığına dair ‘manüplasyonlar’ fazlaca pratik bulmuş olmalı ki, konu hakkında önemli çalışmalar yapan Gardner, istismarla EYS ayrımının yapılabilmesi için birçok kriter içeren bir de kılavuz yayımlamıştır.
Malum, bizim yerimiz kısıtlı ve platformumuzun genel ilkeleri yazımızı akademik detaylarla doldurmak için elverişli değil. Torik.tv takipçilerinden konuyu bilinmeye / araştırılmaya / çok sayıda insana ulaştırmaya / kamuoyunda tartışmaya açmaya değer bulanlar olabilir. Onlara müthiş bir keyif alarak okuduğum ve bu yazıyı yazmama referans olan Doç. Dr. Fuat Torun’un EYS-Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu isimli kitabını şiddetle tavsiye ediyorum.
İçinde çocuk olan tüm olaylarda, çocuk hukukunun temel amacı olan ‘çocuğun yüksek yararı’ilkesinin dışında bir perspektifle değerlendirme yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde gelecekte sürekli taşımak zorunda olduğu çok ağır bir yükü daha şimdiden -ister bilerek, ister bilmeyerek- o narin, zarif, savunmasız varlığın omuzlarına yüklüyor olduğumuzu unutmayalım lütfen.
Son olarak EYS mağduru olan çocukların bir çoğunda, istismar ve ihmale uğramış çocuklarda görülen Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ile ilgili belirtilerin bazılarının görülme ihtimalinin yüksek olduğu bilgisini paylaşıp tekrar sormak istiyorum, ‘intizar’ etsem haksız mıyım?